TÜRK İNKILÂBI
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Nedenleri:
Lozan görüşmelerine İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Hükümeti’ni de çağırmaları (İtilaf Devletleri iki tarafı birbirine düşürerek çıkar elde etmek istiyor)
Kurtuluş Savaşında padişahın olumsuz tutumu ve M. Kemal’in yeni kurulan devlette saltanat yerine Cumhuriyeti istemesi
Ulusal egemenliğin gerçekleştirilmek istenmesi
Lozan’a İstanbul hükümeti de çağrılınca M. Kemal Lozan Antlaşması öncesi saltanatla halifeliği ayıraraksaltanatı kaldırdı. Son padişah Vahdettin 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk ederek İngilizlere sığındı. TBMM halife olarak Osmanlı soyundan gelen Abdülmecit Efendi’yi seçti.
Sonuçları:
623 yıllık Osmanlı Devleti resmen sona erdi.
Son Osmanlı padişahı VI. Mehmet Vahdettin kaçarak İngilizlere sığındı.
İtilaf Devletlerinin ikilik çıkarma oyunları sona erdi.
Cumhuriyetin ilanı için zemin hazırladı.
Milli egemenliğin önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.
NOT: Saltanatın kaldırılmasıyla laikliğe geçişin ilk adımı gerçekleşti. Cumhuriyetin ilanı için zemin hazırlandı. Demokratikleşme yolunda önemli bir adım atıldı.
NOT: Halkın halifelik kurumuna hala bir bağlılığı olduğu için saltanat kaldırılırken halifeliğe dokunulmamıştır.
Zaferin Ve Bağımsızlığın Tescili Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)
Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra barış esaslarını görüşmek üzere Lozan Konferansı toplandı (20 Kasım 1922). Konferans, tarafsız bir ülke olan İsviçre’nin Lozan kentinde toplandı. Konferansa TBMM adına (Mudanya’daki başarısından dolayı) İsmet Paşa katıldı.
Konferansa İstanbul Hükümeti de çağrılınca M. Kemal ikiliği önlemek ve Lozan’a tek katılmak için Saltanatı Lozan Antlaşması öncesi kaldırdı.
İtilaf Devletleri özellikle İngiltere ve Fransa, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin yeniden gözden geçirilmesi olarak görüyor, Sevr’e benzer ayrıcalıklar elde etmek istiyorlardı.
TBMM bu görüşmelerde Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsız yeni bir devletin kurulduğu, buna bağlı olarak da Osmanlılardan kalan kötü mirası üstlenmediğini kanıtlamak, milli egemenliği sınırlayıcı koşulları ortadan kaldırmak istiyordu.
M. Kemal, bu görüşmelerde Ermeni Yurdu ve Kapitülasyonlar konusunda asla taviz vermemelerini istedi (ÖNEMLİ).
Konferansa Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya katıldı. Boğazlarla ilgili konular görüşülürken, Sovyet Rusya ve Bulgaristan da hazır bulundular. ABD ise gözlemci olarak katılmıştır. Konferans üç önemli konuyu çözecekti.
1. Türk - Yunan barışının esaslarını belirlemek.
2. Osmanlı Devleti’nin yerine, yeni Türk Devleti’ni ve onun haklarını tanımak.
3. Osmanlı Devletinin yabancılara vermiş olduğu kapitülâsyonları kaldırmak.
Konferans görüşmeleri çok çetin geçti.
- Borçlar meselesi,
- Karaağaç,
- Boğazlar,
- Kapitülâsyonlar,
- İstanbul'un İtilâf Devletlerince boşaltılması,
- Irak sınırımızın belirlenmesi (Musul), konularında Türk heyetinin bütün iyi niyet çabalarına rağmen anlaşmaya varılamadı. Konferans 4 Şubat 1923’te dağıldı.
Konferans tekrar toplandığında Lozan Antlaşması imzalandı (24 Temmuz 1923).
Lozan Barış Antlaşması’nın Koşulları
Sınırlar
Güney Sınırı (Suriye): 20 Ekim 1921 tarihli Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul edildi.
Güneydoğu Sınırı (Irak): Musul-Kerkük sorunundaki anlaşmazlıktan dolayı sınır belirlenmemiştir. Sınırın daha sonra (9 ay içinde) TBMM ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerde belirlenmesine karar verilmiştir. Türkiye ile İngiltere arasında çözümlenemezse Milletler Cemiyeti’nin vereceği karara bırakılacaktı.
Trakya Sınırı: Mudanya Antlaşması şartları kabul edildi. Meriç Nehri sınır oldu. Doğu Trakya Türkiye’ye, Batı Trakya Yunanistan’a bırakıldı.
Bulgaristan Sınırı: İstanbul Antlaşması (1913) ve Nöyyi Antlaşması’nda (1919) belirlenen sınırlar kabul edildi. Meriç Nehri sınır oldu.
Doğu Sınırı (İran): İran ile imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndaki (1639) sınır kabul edildi.
Kuzeydoğu Sınırı: Moskova Antlaşması ve Sovyet Rusya’nın egemenliğindeki Kafkas Cumhuriyetleri arasında imzalanan Kars Antlaşması kabul edildi.
Ege Adaları
Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada Türkiye’ye verilecek, bu adalar dışındaki Ege adaları silahsız olmak koşuluyla Yunanistan’a bırakılacaktı (Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya vb).
12 adalar İtalya’da kalmaya devam edecekti (II. Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Şubat 1947’de İtalya ile yapılan antlaşma sonucu silahsız olarak Yunanistan’a bırakıldı).
Kıbrıs, İngiltere’ye bırakıldı (İngiltere’ye ayrıca Mısır ve Sudan da bırakıldı).
Kapitülasyonlar
Tümüyle kaldırıldı (Misak-ı Milli’ye uygun olarak çözüldü). Ekonomik bağımsızlık sağlanmış oldu.
Borçlar
Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırılacaktır.
Borçlar Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletler ile Türkiye arasında paylaştırılacaktır (1854–1912 yılları arasındaki borçlar; Yunanistan, Bulgaristan ve İtalya, 1912–1914 yılları arasında yapılan borçlar Arap topraklarında hâkimiyet kuran devletler arasında paylaştırıldı).
Osmanlı borçlarının büyük bir bölümünü TBMM ödeyecekti.
Türkiye, kendi payına düşeni, belirli taksitlerle Fransız Frangı olarak ödeyecekti.
NOT: Türkiye Osmanlı’dan kalan tüm borçları 1954 tarihinde tamamen bitirmiştir.
Savaş Tazminatı
Yunanlılar savaş tazminatı olarak Türklere Karaağaç kasabasını vereceklerdi. İtilaf Devletleri’nin, Türlerden istedikleri savaş tazminatı kabul edilmeyecekti.
Azınlık Hakları
Bütün azınlıklar Türk uyruklu olarak kabul edildi. Azınlıklarla Türkler her alanda eşit sayılacaktır (Aynı eğitim ilkesi geçerlidir; Bulundukları ülkede serbestçe dolaşma hakkına sahip olacaklar; Manevi ve siyasi ayrım yapılmayacak; Yasalar önünde eşit olacaklar; Siyasi sistem içinde yer alacaklar; Kendi anadillerini konuşacaklar).
Nüfus Mübadelesi
Türkiye'deki Rumlar ile Yunanistan'daki Türkler değiştirilecekler. Fakat "Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları bu değişimden ayrı tutulacak." (tam olarak 1930 da çözümlendi).
Yabancı Okullar
Türkiye yabancı okullar konusunu bir iç sorun sayarak görüşmeyi reddetmiştir. Bu okullar Türk Devleti’nin koyacağı kanunlara göre faaliyet gösterecektir. Türkiye’deki yabancı okullar Türk Milli Eğitimi’nin esaslarını kabul edecekti. Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardır. Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir.
Boğazlar
Boğazlar, başkanının Türk olduğu uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilecek, iki yakası kıyıdan itibaren 15 km’lik bir kısmı ve İmralı Adası askerden arındırılacak.
Bu komisyon Milletler Cemiyeti’nin denetiminde olacak.
Barış zamanında ticaret gemileri ve uçaklar serbestçe geçebilecek, savaş zamanında ise Türkiye savaşta yer alırsa Boğazlarla ilgili istediği gibi davranma yetkisine sahip olacak.
NOT: Boğazlarla ilgili uluslar arası bir komisyonun varlığı milli bağımsızlığa aykırı bir durumdur. Bu durum 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değişmiştir.
Patrikhane Sorunu
Türk tarafının bütün çabalarına rağmen kaldırılamadı. Ortodoks Patrikhanesi’nin İstanbul’da kalmasına ama herhangi bir siyasi faaliyette bulunmamasına, yabancı kiliselerle ilişki kurmamasına karar verilmiştir. Patrik seçiminde Türkiye’nin hakkı yok ancak Yunanlıların hakkı vardı.
İstanbul’un Boşaltılması
İtilaf Devletleri antlaşmanın imzalanmasından 6 hafta içinde boşaltılacaktır.
Lozan’da Çözümlenemeyen (Yarım Kalan) Konular:
Fener Rum Patrikhanesi bütün çabalara rağmen yurt dışına çıkarılamadı.
Boğazlar konusunda tam hâkimiyet sağlanamadı.
Hatay ve Musul sorunları Misak-ı Milli’ye uygun çözülemedi.
Türkiye Ege Adaları ve 12 Ada’yı alamadı.
Önemi:
Yeni Türk Devleti’nin varlığı ve bağımsızlığı bütün dünya devletlerince resmen tanındı.
Türkiye’de yapılaması düşünülen inkılâplar için uygun ortam oluşturdu.
İtilaf Devletleri bu antlaşmayla Misak-ı Milli’yi tanımış oldu. Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleşti.
Sömürge altında yaşayan milletlere bağımsızlık yolunda örnek oldu.
İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin hukuken sona erdiğini resmen kabul etmiştir.
Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliğini sınırlayan engeller büyük ölçüde kaldırıldı.
Osmanlı Devleti’nden kalan sorunların birçoğu çözüme kavuşturuldu.
I. Dünya Savaşı’nı bitiren son antlaşmadır. Günümüzde halen geçerliğini korumaktadır.
Kapitülasyonlar kaldırıldı. Siyasî bağımsızlık yanında ekonomik bağımsızlık elde edildi.
II. TBMM’nin Açılması (11 Ağustos 1923–1 Ekim 1927)
Nedenleri:
Kurtuluş Savaşı yıllarında I. Meclis’in yıpranması (milli bağımsızlık ilkesini gerçekleştirmiş)
I. Meclis’te saltanat yanlılarının muhalefeti
Ulusal egemenliğin yerleşmesi ve devrimleri gerçekleştirecek devrimci kadrolara olan gereksinim
Seçimlere 1 Nisan 1923’te karar verilmiş ve 23 Nisan 1923’te gerçekleştirmiştir. 9 Ağustos 1923’te “Müdafaa-i Hukuk Grubu”, “Halk Partisi” adını almış, 11 Ağustos’ta da yeni yasama yılına başlanmıştır.
II. TBMM; hukuk, ekonomi, eğitim ve toplum alanında devrim hareketlerini gerçekleştirmiş, eski yasama döneminden kalan sorunlar bu dönemde çözüme kavuşturulmuştur.
NOT: Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanması, Cumhuriyet’in ilanı ve Ankara’nın başkent olması bu yasama döneminde olmuştur.
NOT: Bu yönleriyle II. TBMM İnkılâp Meclisi özelliğindedir.
Milli Sınırlardan Milli Ekonomiye:
Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Yapı
Osmanlı Devleti’nde ulusal bir ekonomi bulunmamaktadır. Nedenleri:
Türkler, genel olarak, askerlik, memurluk ve tarım ile uğraşırlar, ticaret ile uğraşmayı onurlu bir iş olarak görmezlerdi (Osmanlı’da ticaret azınlıkların elindeydi).
Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri gibi Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirememiştir.
Batılı devletler Kapitülasyon niteliğinde ticari antlaşmalar yapmıştır (Osmanlı ülkesi açık pazar durumuna gelmiş, ucuz yabancı mallar karşısında yerli küçük sanayi çökmüş).
İlk kez Kırım Savaşı’nda İngiltere’den alınan dış borçlar ödenememiş, Batılı devletler II. Abdülhamit döneminde Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi)’yi kurmuşlardır.
İlkel tarım yöntemleri kullanılmıştır.
İzmir (Türkiye) İktisat Kongresi (17 Şubat 1923)
Ülke ekonomisinin durumu Kurtuluş savaşında iyice bozulmuştu. Elde edilen askeri ve siyasi başarının bir benzeri ekonomik alanda da sağlanması şarttı.
Yeni Türk Devleti’nin ekonomiyi güçlendirmek, ekonomide izleyeceği yolu araştırmak, kalkınma hedeflerini belirlemek ve milli ekonominin kurulmasıyla ilgili esasları belirlemek amacıyla 17 Şubat 1923'de İzmir İktisat Kongresi toplandı. Bu kongreye çiftçi, tüccar, esnaf, sanayici ve işçi kesimlerinden toplam 1135 temsilci katıldı. Burada Misak-ı iktisadi (ekonomik ant) kabul edildi.
Kongrede alınan kararlar:
Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dallarının kurulmalı, yabancı tekellerden kaçınılmalıdır.
Sanayi özendirilmeli ve ulusal bankalar kurulmalıdır.
Küçük işletmelerden büyük işletme ve fabrikalara geçilmelidir.
Özel teşebbüse (çiftçilere) kredi sağlayan bir devlet bankası kurulmalıdır (devlet özel girişimciyi destekleyecek).
Devlet ekonomik görevleri üstlenmelidir (Devletçilik ilkesi benimsenmiştir)
Sanayinin her alanda geliştirilmelidir
Milli sanayi kurulmalı ve ihracat teşvik edilmelidir.
Yerli malı ve yerli sanayi teşvik edilmelidir.
Ekonominin gelişmesi için planlı ekonomi uygulanmalıdır.
İşçilerin durumu düzeltilmelidir.
Misak-ı İktisadi (Ekonomik And)
Büyük devletlere bağımlı olmadan kendi gücümüzle ve öz kaynaklarımızla kalkınma gerekliliğidir. Misak-ı İktisadi’nin kabul edilmesi sonucu; beş yıllık kalkınma planı (1934–1939) kabul edilmiş, sorunlar ele alınmış ve çözümler uygulanmaya başlanmıştır.
NOT: Özel sermaye birikiminin yetersizliği, yetişmiş iş gücünün azlığı gibi nedenlerle İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar amacına ulaşamamıştır.
Ankara’nın Başkent Olması (13 Ekim 1923)
M.Kemal Sivas kongresinden sonra (27 Aralık 1919) temsil heyeti ile Ankara’ya gelmişti. Savaşı buradan yönetti, meclisi burada açtı. Ankara başkent gibi bir konumdaydı. M.Kemal Ankara’nın resmi olarak başkent olmasını istedi. Ankara, askeri ve coğrafi özellikleri de göz önünde bulundurarak 13 Ekim 1923 tarihinde tek maddelik kanun teklifi ile “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.” İfadesi anayasamızda yerini aldı.
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Nedenleri:
Devletin adının olmaması (Yeni Türk Devleti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını taşıyordu).
Devlet başkanlığı makamının olmaması (Meclisin başkanı hükümetin de başkanı idi. Bu durumda devlet başkanlığı yokmuş gibi görünüyordu).
“Meclis Hükümeti”sisteminin işleyemez durumda olması.
Ulusal egemenliğin ancak cumhuriyet rejimi ile sağlanacağına inanılması.
Ülkede hükümet bunalımının yaşanması.
1923 Ekim ayının sonlarına doğru Fethi (Okyar) beyin başkanlığındaki hükümet istifa etti. Yeni hükümet kurma işi bunalıma dönüştü. Meclis Hükümeti sistemi seçimlerde sorun yaratıyordu. M. Kemal bu sorunu ortadan kaldırmak için Cumhuriyetin ilan edilmesini istiyordu.
Gelişmeleri yakından takip eden Mustafa Kemal yakın arkadaşlarını Çankaya köşküne davet etti. 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarının da görüşlerini aldıktan sonra "yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz" dedi. O gece Mustafa Kemal ile İsmet Paşa hazırladıkları kanun tasarısını ertesi günü meclise sundular. Aynı gün meclis, cumhuriyetin ilanını resmen kabul etti ve ilk cumhurbaşkanı da oy birliğiyle Mustafa Kemal seçildi.
Sonuçları:
Cumhuriyetin ilanıyla yeni Türk devletinin adı belli oldu (konuldu) ve rejim konusundaki tartışmalar da sona erdi (devletin adı; Türkiye Cumhuriyeti, rejimi; Cumhuriyet).
“Meclis hükümeti” yerine “kabine sistemine” geçildi, (buna göre cumhurbaşkanı, başbakanı atayacak, başbakan da bakanları seçerek cumhurbaşkanının onayına sunacak), başbakanlık makamı oluşturuldu, böylece devlet başkanlığı sorunu çözümlendi.
Devlet başkanlığı sorunu çözüldü. Çünkü devletin yegâne başkanı, cumhurbaşkanı Mustafa Kemal oldu.
Devrimlerin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlanmıştır.
Ulusal egemenlik düşüncesi başarılı olmuş, çağdaşlaşma yolunda önemli bir adım atılmıştır.
Cumhurbaşkanı seçimini meclisin yapacağı kesinleşmiştir.
NOT: Türkiye Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ilk başbakanı İsmet İnönü, ilk meclis başkanı da Fethi Okyar oldu.
NOT: Cumhuriyet’in ilanı ile 1921 Anayasası’nda esaslı değişiklikler yapılmış, Türkiye’nin hükümet şeklinin Cumhuriyet, dininin İslam, resmi dilinin Türkçe olduğu şeklindeki madde Anayasa’ya konulmuştur (1921 Anayasası laik değildir).
Çağdaş Devlete Doğru:
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Halifeliğin Kaldırılma Nedenleri
Saltanatın kaldırılması ve Vahdettin’in ülkeyi terk etmesinden sonra TBMM, Abdülmecit Efendi’yi halife seçti. Çünkü kamuoyu henüz halifeliğin kaldırılmasına hazır değildi. Ama Cumhuriyet’in ilanı ve devlet başkanının seçilmesi ile halifeliğin rolü kalmamıştı.
Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanından sonra eski rejim taraftarlarının ve devrimlere karşı olanların sığınabilecekleri tek güç olarak halifelik kalmıştı.
Bazı TBMM üyeleri, halifeyi milletin üstünde görmeye başlamışlar, “TBMM halifenin, halife de TBMM’nindir” şeklinde propagandalara girişmişlerdi.
Halifelik makamı, Milliyetçilik ve Ulusal Egemenlik anlayışına ters düşmekteydi.
Türkiye, çağdaşlaşma yolunda olduğuna ve laikliği amaçladığına göre halifeliğin böyle bir rejimde yeri yoktu.
Abdülmecit Efendi, zamanla padişah gibi davranmaya, hatta saltanat için propaganda yapmaya başlamıştı.
1 Kasım 1922'de saltanat ve halifelik birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı ve halifeliğin yetkileri dinî konularla sınırlandırıldı. Vahdettin'in ülkeyi terk etmesinden sonra, Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçildi. Kendisine sadece Müslümanların halifesi unvanını kullanması bildirildi. Halife olan Abdülmecit Efendi'nin, zamanla hükümetin talimatlarının dışına çıktığı görüldü. Kendisini devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum ise yeni rejim için bir huzursuzluk kaynağı oluyordu. Buna karşı derhal tedbir alınması gerekiyordu. Ayrıca Türkiye'de gerçekleştirilmesi düşünülen inkılâpların yapılabilmesi için halifeliğin kaldırılması zorunlu idi.
Bu sebeplerden dolayı 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırıldı. Aynı gün;
Tevhid-i Tedrisat Yasası (Eğitim-Öğretimin birleştirilmesi) çıkarıldı.
Şer’iye ve Evkaf Vekâleti (Şeriat İşleri ve Vakıflar başkanlığı) kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu.
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırıldı. Böylece Genel Kurmay Başkanlığı’nın hükümet ve siyaset dışına çıkması sağlandı.
Osmanlı hanedan üyelerinin ülke sınırları dışına çıkarılması kararlaştırıldı.
Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları
Laikliğe geçişin en önemli adımı gerçekleşti.
Yapılacak inkılâpların önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.
Türkiye’de ümmetçilik anlayışları sona erdi, ulusal egemenlik daha da güçlendi.
Eski rejim karşıtları önemli bir dayanaklarını kaybettiler.
Cumhuriyet rejiminin temelleri sağlamlaştırıldı.
Milliyetçiliğin temelleri güçlendirildi.
Bağımsız bir dış politika izlenmesine zemin hazırlandı.
Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu ve Medreselerin Kaldırılması (3 Mart 1924):
Osmanlılarda en önemli eğitim kurumları medreselerdi. Osmanlı devletinin yenileme ve çöküş dönemlerinde diğer kurumlar gibi medreseler de bozulmuştu. Tanzimat'tan itibaren batı tarzında eğitim veren modern okullar açılmıştı. Aynı zamanda devlet kontrolü dışında eğitim yapan azınlık ve yabancı ülkelerin okulları da bulunmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı’da eğitimde birlik yoktu, kültürel anlamda ikilik vardı.
Osmanlı Devleti’nde eğitim kurumları çağın gerisinde kalmıştı. Çağdaş ve modern bir Türkiye için eğitimin çağdaşlaşması ve laikleşmesi gerekiyordu. Bu amaçla eğitim alanında inkılâplar yapıldı.Bunun ilk öncülüğünü de Tevhit-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu aldı (3 Mat 1924).
Tevhid-i Tedrisat Kanunu İle;
Medreseler kapatıldı, laikliğin gerçekleştirilmesinde önemli bir adım atıldı (laik bir eğitim benimsendi).
Modern eğitim kurumları açıldı.
Milli Eğitim Bakanlığı kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Mili Eğitim Bakanlığı bütün eğitim ve öğretim işlerinin tek sorumlusu haline geldi.
İlköğretim kız ve erkek çocuklara zorunlu hale getirildi.
Azınlık ve yabancı okulların dini ve siyasi amaçlarla öğretim yapmaları önlendi.
Yabancı okulların ders programlarına Türkçe kültür derleri kondu ve bu derslerin Türk öğretmenler tarafından okutulması sağlandı.
Milli Eğitimin Esasları:
Öğretim birliğinin sağlanması
Eğitimde erkek ve kız çocuklarının eşitliğinin sağlanması (karma eğitim)
Öğretimin yaygınlaştırılması ve kolaylaştırılması
Eğitimde fikir ve hareketin birlikte yürütülmesi
Eğitim programlarının, sosyal hayatın ve çağımızın ihtiyaçlarını karşılayacak özellikte olması
Eğitim programlarının milli ve bilimsel olması
Eğitim ve öğretimde disiplinin sağlanması
İlköğretimin zorunlu ve parasız olması
Görev ve sorumluluklarını bilen yetenekli öğretmenlerin yetiştirilmesi
Maarif Teşkilatı Hakkında Kanunun Çıkarılması (2 Mart 1926)
Bu kanunla laik eğitim anlayışı benimsendi. İlk ve orta öğretim programları milli ve çağdaş esaslara göre yeniden düzenlendi. Eğitim çağdaşlaştırıldı.
NOT: Bu yasa günümüz eğitim sisteminin temellerini atmıştır.
Çok Partili Demokratik Hayat:
Demokrasilerin düzgün işleyebilmesi için birden fazla partiye gerek vardır. Siyasi partiler demokratik hayatın ve çoğulculuk sisteminin vazgeçilmez unsurlarıdır M. Kemal Türk milleti için en uygun yönetim şeklinin çok partili sisteme dayalı cumhuriyet ve demokrasi anlayışı olduğunu biliyordu. Çok partili demokratik rejimlerde halk, siyasi partiler aracılığıyla kendi düşüncelerini serbestçe ifade etme özgürlüğüne sahipti. Ayrıca muhalefet partileri iktidar partisini denetleme yetkisine de sahip oluyordu. . M. Kemal bu nedenle çoklu parti için çalışmaların başlanmasını istiyordu. M. Kemal çok partili hayata geçişe öncülük etmiş, ilk siyasi partiyi kurmuşlardır.
M. Kemal’in isteği ile çok partili rejim denemeleri için kurulacak partiler ülke rejimini tehdit edince çok partili rejim denemelerine bir süre ara verilecek. 1946’da Demokrat Parti kurulması ile çok partili hayat başlayacak. 1950’ya kadar Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarda kaldı.
a) Cumhuriyet Halk Fırkası (9 Eylül 1923)
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı döneminde “Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk” grubunu kurdu. Bağımsızlığın kazanılmasıyla görevini tamamlayan bu grup daha sonra Atatürk'ün emriyle Halk fırkası adını aldı. (9 Eylül 1923). Cumhuriyetin ilanından sonra ise ismi değiştirilerek Cumhuriyet Halk partisi oldu. Böylece cumhuriyet tarihinin ilk siyasi partisi kurulmuş oldu. Partinin başkanı M. Kemal oldu. Partinin programı, M. Kemal’in yapmayı planladığı yenilikleri kapsıyordu. 1950 yılına kadar sürekli iktidarda kalmıştır.
Özellikleri:
TC’nin il siyasi partisidir.
Halk Partisi adı ile kurulmuş, cumhuriyetin ilanından sonra “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.
I. Mecliste oluşturulan Müdafaa-i Hukuk grubunun partileşmiş durumudur.
Tüm ulusun partisidir.
Cumhuriyet devrimleri bu parti ile gerçekleştirilmiş ve yerleştirilmiştir.
Programın temeli 6 ilke çerçevesinde oluşmuştur.
Ekonomide Devletçilik ilkesini benimsemiştir.
NOT: M. Kemal, başlangıçta asker olup milletvekili olanlardan ya siyasete ya da orduya geri dönmelerini istemiştir. Böylece ordu siyasetten ayrılmıştır.
b) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924)
Cumhuriyetin ilanından sonra mecliste, yönetimdeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı bir muhalefet oluştu. CHP’nin meclis üzerinde baskı yaptığı iddia ediliyor, bu baskının kaldırılması isteniyordu.
Bu parti, kurtuluş savaşında Atatürk'le aynı saflarda bulunmuş olan bir grup sivil ve asker tarafından kuruldu. Bu kişiler Kazım Karabekir (partinin başkanı) Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Adnan Adıvar'dı.
Atatürk yeni kurulan partiyi olumlu karşıladı. Çünkü demokrasilerde çok parti olmalıydı. Aynı zamanda hükümetin denetlenmesi için de muhalefet partilerinin bulunması gerekliydi. Demokrasinin yerleşmesi için bu gerekliydi.
Özellikleri:
TC’nin ikinci siyasi, ilk muhalefet partisidir.
M. Kemal’e ve devrimlere karşıdır.
Eski düzen yanlılarınca desteklenmişlerdir.
Ekonomide liberalizmi (serbest ekonomi) savunmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet fırkası demokratik hayatı benimsemekle beraber dini inanışlara saygılıyız görüşüne de ağırlık veriyordu. Programında “Parti dini inançlara saygılıdır” görüşünün yer alması cumhuriyet karşıtlarının parti içinde toplanmasına neden oldu. Kısa zamanda amacından sapan parti, aynı zamanda inkılâpları benimsemeyen kişilerin sığınabileceği bir yer durumuna geldi. Doğuda çıkan Şeyh Sait ayaklanmasında, partinin bazı yöneticilerinin de rolü olduğu gerekçesiyle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı (5 Haziran 1925). Henüz çok partili hayata geçme zamanının gelmediği anlaşıldı.
Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat 1925)
Sebepleri:
Cumhuriyet yönetimini kendi çıkarlarına aykırı gören kişilerin “Din elden gidiyor!” parolasıyla bir kısım halkı kışkırtmaları
Şeyh Sait ve adamlarının saltanat ve hilafeti geri getirmek istemeleri
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin sert muhalefeti, laiklik karşıtı görüşleri
İngiltere’nin, o sıralarda görüşülen Musul meselesini kendi çıkarları doğrultusunda çözebilmek için bölge halkını kışkırtması ve ayaklanmaları desteklemesi
Doğu ve Güneydoğu’da ayrılıkçı akımların gelişmesi
Şeyh Sait adında bir kişi, etrafına topladığı cahil kişilerle hükümete karşı ayaklandı. İsyanın amacı; Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak ve Osmanlı devlet düzenini geri getirmekti. Ayaklanma, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır-Ergani ilçesinin Piran köyünde başlayarak kısa sürede Elazığ, Erzurum, Muş, Bitlis ve Diyarbakır’da etkili oldu, bölgeye yayıldı. İngilizler isyancılara silah ve cephane yardımında bulundu. Ali Fethi Okyar Hükümeti isyanın bastırılmasında başarılı olamayınca istifa etti. Yeni hükümeti kuran İsmet Paşa aldığı askeri ve siyasi önlemlerle isyanı bastırdı.
Alınan Önlemler:
Bölgeye ordu gönderilmiştir.
Bölgesel seferberlik ilan edildi (Doğu ve Güneydoğu’da).
Takrir-i Sükûn (Huzuru Sağlama) Yasası çıkarıldı (4 Mart 1925). Bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı.
İstiklal Mahkemeleri kuruldu, suçlular cezalandırıldı.
Sonuçları:
Ayaklanma bastırıldı, ancak Türk ordusu yıprandı.
Ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı (5 Haziran 1925).
Ayaklanma nedeniyle Musul sorunuyla yeterince ilgilenilememiş ve Irak İngiltere’ye verilmiş (1926-Ankara Ant.)
Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik ilk isyan bastırılmıştır.
Türkiye’de çok partili hayata geçiş için yapılan ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Şeyh Sait İsyanı, Türkiye’de çok partili hayata geçiş için ortamın uygun olmadığını ve henüz demokrasinin tam anlamıyla uygulanamadığını göstermiştir.
NOT: Şeyh Sait ayaklanması cumhuriyete ve inkılâplara karşı yapılmış ilk büyük isyandır.
c) Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930):
1929–1930 yılında, Dünyada büyük bir ekonomik kriz yaşandı. Ülkemiz de bundan etkilendi. Hükümetin ekonomik programı bazı milletvekilleri tarafından eleştirildi. Mustafa Kemal “yeni bir parti kurulursa hükümet daha iyi denetlenebilir” diyordu. Ekonomik bunalımlar karşısında yeni çözümlerin ortaya konmasını, iktidarın daha iyi denetlenmesini, halkın görüşlerinin tam yansımasını, demokrasinin daha sağlıklı işlemesini istiyordu. Bu amaçla yakın arkadaşı Fethi Okyar'a yeni bir parti kurmasını istedi. Böylece Türkiye'nin üçüncü partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası Fethi Okyar'ın başkanlığında kuruldu (12 Ağustos 1930).
Özellikleri:
TC’nin üçüncü siyasi, ikinci muhalefet partisidir.
Cumhuriyet ve laiklik ilkelerine, devrimlere bağlı ve saygılıdır.
Ekonomide Liberalizmi savunmuştur.
Demokrasinin gereği olarak kurulan bu parti kısa sürede laikliğe karşı olanların toplandığı bir parti haline geldi.
Fethi Bey, partinin devlet için tehlikeli olmaya başlaması üzerine partiyi kapatmak zorunda kaldı (17 Kasım 1930).
Menemen Olayı (23 Aralık 1930)
Sebepleri:
Cumhuriyete ve laikliğe karşı olanların din uğruna hareket ettiklerini açıklayarak “Din elden gidiyor!”sloganı ile ayaklanma çıkarması
Serbest Cumhuriyet Partisi’nin Ege Bölgesi’nde gericilerin denetimine girmesi
Laiklik karşıtı eylemlerin artması üzerine partinin kapatılması, bölgedeki Nakşibendî tarikatının partinin kapatılmasına tepki göstermesi
Derviş Mehmet adındaki kişi, etrafına topladığı cahil insanlarla “Şeriat isteriz!” sloganıyla 23 Aralık 1930’da İzmir-Menemen’de ayaklandılar. Ayaklanmayı bastırmak isteyen Öğretmen Asteğmen Kubilay, isyancılar tarafından şehit edildi.
Bunun üzerine Menemen’e askeri birlikler gönderilerek ayaklanma bastırıldı, isyancılar yargılanarak cezalandırıldı.
NOT: Cumhuriyete ve laik düzene karşı girişilen ikinci büyük gerici ayaklanmadır.
NOT: Türkiye’de laik devlet düzeninin henüz yeterince olgunlaşmadığı, çok partili hayata geçmek için henüz elverişli ortamın oluşmadığını ortaya koymuştur. M. Kemal, bu olaydan sonra çok partili siyasi yaşama ara vermiştir.
NOT: Ülkemizde çok partili siyasi hayata tam olarak 1946 yılında geçilmiştir.
NOT: 1946 yılına kadar devlet tek parti ile yönetilmek zorunda kaldı. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılıp Demokrat Parti’yi kurdular. 1946 yılında Cumhuriyet Halk Partisi seçimleri kazandı. 1948 yılında Millet Partisi kuruldu. 1950 yılındaki seçimleri Demokrat Parti kazandı.
Çağdaş uygarlığa Doğru Adımlar:
1. Kılık Kıyafet Kanunu (3 Aralık 1934) ve Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
Kılık kıyafet insanların hayat tarzlarını ve kültürlerini yansıtır. Osmanlı Devleti zamanında giyimde birlik yoktu. Osmanlı devletinde giyim kuşam her milletin kendi örfüne göre düzenlenirdi. II. Mahmut devlet adamları ve askerler arasında kıyafet birliği sağlamaya çalıştı.
M. Kemal, Türk insanının çağdaş bir görünüm kazanması ve giyimde birliğin sağlanması için çalışmalar yaptı. Atatürk Kastamonu'ya yaptığı gezide şapkayı tanıttı. 25 Kasım 1925'te de şapka kanunu çıkarıldı.
1934 yılında çıkarılan başka kanunla da din adamlarının, ibadet yerlerinin dışında dini kıyafetle gezmesi yasaklandı. Sadece en büyük din görevlileri kıyafeti ile dolaşabilecekti. (Diyanet İşleri Başkanı, Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı gibi)
Kadınlarla ilgili herhangi zorlama ve kanun çıkarılmadı, Türk kadını çarşaf ve peçeyi atıp zamanla modern kıyafeti benimsediler.
NOT: Kılık-kıyafet düzenlenmesi çalışmaları çağdaşlaşma ile ilgilidir.
2. Takvim saat ve ölçülerde değişiklik
Batılı ülkelerle olan ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek, resmi ilişkileri kolaylaştırmak ve ticari ilişkilerde birlik sağlamak amacıyla bazı düzenlemeler yapıldı.
Hicri ve Rumi takvim yerine Miladi Takvim kabul edildi (26 Aralık 1925). 1 Ocak 1926’dan itibaren uygulandı.
Alaturka saat yerine (güneşin batışına göre ayarlanan) uluslar arası alafranga saat sistemi kabul edildi; gün, gece yarısından başlatıldı ve yirmi dört tane saat dilimine ayrıldı.
Ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirildi. Okka, kile ve dirhem yerine kilogram ve litre, arşın ve endaze yerine metre kabul edildi (26 Mart 1931).
Hafta tatili Cuma gününden cumartesi öğleden sonra ve pazara alındı (1935).
Bu yeniliklerle iç piyasada alışveriş canlanırken, milletlerarası ticarette büyük kolaylık sağlandı. Ticaret ve ekonomi alanlarında işlemler kolaylaştırıldı.
3. Tekke ve Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
Tarikat; tanrıya ulaşmak için izlenen yolların her birine denir. Tekke; tarikat üyelerinin toplandığı eğitim yerleridir. Zaviye; tekkenin daha küçüğüdür.
Tekke ve zaviyeler Osmanlı devletinde tarikatların faaliyet yaptığı yerlerdi. Osmanlı devletinin son zamanlarında Tekke ve zaviyeler esas görevlerinden uzaklaştılar. Halkın din duygularının istismar edildiği yerler haline geldi. Ulusal egemenlik anlayışına karşı idiler. Din işlerinin yanında siyasi alanda da etkili bir duruma gelmişlerdi. Atatürk ilke ve inkılâplarına ters düşüyor, milli birlik ve bütünlüğe zarar veriyorlardı. Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde böyle kuruluşların yeri olamazdı.
30 Kasım 1925'te çıkarılan bir kanunla Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Şeyh, derviş, mürit, dede gibi unvanlar da yasaklandı.
NOT: Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması toplumun laikleşmesi yolunda atılan önemli bir adımdır.
HUKUK VE AİLE:
Hukuk vatandaşların devletle ve birbirileriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür.
1- 1921 Anayasasının Kabulü (Teşkilat-I Esasiye) 20 Ocak 1921
— Yeni Türk devletinin ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye 20 Ocak 1921 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Bu anayasa kısa ve öz olarak hazırlanmıştır. Çünkü bu dönemde Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. Bu anayasa daha çok TBMM’nin Anadolu’daki etkinliğini sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.
— 1921 Anayasası’nda “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.” Maddesi ile ilk defa millet devlet yönetiminde yasal olarak söz ve karar sahibi olmuştur. TBMM’nin üstünde bir güç olmadığını vurgulamıştır.
—1921 Anayasası’na göre Güçler Birliği ilkesi kabul edilmiştir. Buna göre kanun yapma, yürütme yetkisi ve yargı milletin tek temsilcisi olan TBMM’ye verilmiştir. Bu madde Kurtuluş Savaşı yıllarında daha çabuk karar alabilmek için uygulanmıştır.
—1921 Anayasasında devletin şekliyle ilgili bir hüküm yoktur. Millî egemenlik anlayışının doğal sonucu olan cumhuriyet adının konması sonraya bırakılmıştır.
— Seçimlerin 4 yılda bir yapılması hükme bağlanmıştır.
— 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilân edilince 1921 Anayasası’na “Türkiye devleti bir Cumhuriyettir” maddesi eklenmiştir.
2- 1924 Anayasası
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra hazırlanmıştır. 1924 Anayasası’nda ulusal hâkimiyet, TBMM’nin üstünlüğü, tek meclis ve “Güçler birliği ilkesi”, Cumhurbaşkanı’nın ve milletvekillerinin TBMM’den ve 4 yıl için seçilebileceği, üst üste aynı kişinin Cumhurbaşkanı seçilebileceği, yargı hakkının bağımsız mahkemelerde olduğu, Cumhuriyet rejiminin değişmezliği ve Danıştay’ın kurulması, seçme ve seçilme hakkının yalnız erkeklere tanınması gibi maddeler vardı. “devletin dini İslam, dili Türkçe ve başkenti Ankara’dır” maddesi yer almıştır. Devletin dininin belirtilmesi bu anayasanın laik olmadığını gösterir.
1924 Anayasası’nda da 1960 yılına kadar düzenlemeler olmuştur.
1924 Anayasası’nda Yapılan Değişiklikler
1928 yılında “devletin dini İslam’dır” maddesi çıkarıldı.
5 Aralık 1934 yılında kadınlara seçme-seçilme hakkı tanındı.
5 Şubat 1937 yılında CHP’nin “altı oku” Anayasaya alındı.
Çiftçilerin topraklandırılması ve ormanların devletleştirilmesine ilişkin hükümler yer aldı.
NOT: 1924 Anayasası’nda yargı biçimsel olarak bağımsız hale getirilmiş, bu nedenle güçler birliği devam etmiş. Güçler ayrılığı sistemi gerçek anlamda 1961 Anayasası ile kabul edilmiştir.
3- Türk Medeni Kanununun Kabulü (17 Şubat 1926)
Kişilerin hakları, borçları, aile kurması, bunun işleyişi, evlenme, boşanma, miras ve kişilerin birbiri ile ilgili işlemleri medeni hukuk kapsamındadır.
Osmanlı Devleti’nde hukuk kuraları din kurallarına ve örfe dayanıyordu. Hukukta birlik yoktu. Avrupa devletlerinde modern hukuk kuralları uygulanırken Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde dini ve örfi kurallara dayalı “MECELLE” adı verilen kanun hazırlanmıştı. (Ahmet Cevdet Paşa tarafından) Mecelle toplumun ihtiyaçlarına cevap veremediği için 17 Şubat 1926 İsviçre Medeni Kanunundan alınarak bir medeni kanun hazırlandı. 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi.
İsviçre Medeni Kanunu’nun Alınma Nedenleri
Avrupa’da kabul edilen en son medeni kanun olması
En zor sorunlar karşısında bile akılcı ve pratik çözümler getirmesi
Türk toplumunun örf ve hukukuna uygun olması
Kanunda yer alan ifade ve kavramların açık olması
Yeni bir medeni kanunun hazırlanmasının uzun sürmesi
Medeni Kanun’un Getirdiği Yenilikler
Aile hukukunda kadın-erkek eşitliği sağlandı.
Resmi nikâh ve tek kadınla evlilik esası kabul edildi.
Boşanma hakkı kadına da verildi.
Tek kadınla evlilik kararlaştırılmış, modern Türk ailesi kurulmuş.
Mirasta kadın erkek eşitliği sağlandı.
Mahkemelerdeki şahitlikte kadın erkek eşitliği getirildi.
Kadınlara istediği mesleğe girebilme hakkı tanındı.
Boşanma durumunda çocukların hakları güvence altına alındı.
Patrikhanenin din işleri dışında başka işlerle uğraşması yasaklanmıştır.
Patrikhane ve konsoloslukların mahkeme kurmaları yasaklanmıştır.
NOT: Medeni Kanun ile kanunlar TC’nin bütün vatandaşlarına uygulanmış, hukukta birlik sağlanmış, vatandaşlar arasında din ve mezhep farkı gözetilmemiştir.
NOT: Türk Medeni Kanunu, kadınlara siyasi haklar vermemiştir.
Türk Kadınlarına Siyasal Hakların Verilmesi
3 Nisan 1930 yılında belediye seçimlerine,
26 Ekim 1933 yılında muhtarlık seçimlerine,
5 Aralık 1934’te milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
NOT: Türk kadınları, birçok Avrupa ülkesindeki kadınlardan daha önce siyasi haklar elde etmişlerdir.
Hukuk alanında diğer yenilikler:
Türk Ceza Kanunu: İtalya’dan alınıp hazırlanmıştır.
Borçlar Kanunu: İsviçre’den alındı.
Türk Ticaret Kanunu: Almanya’dan alındı.
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Nedenleri:
Lozan görüşmelerine İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Hükümeti’ni de çağırmaları (İtilaf Devletleri iki tarafı birbirine düşürerek çıkar elde etmek istiyor)
Kurtuluş Savaşında padişahın olumsuz tutumu ve M. Kemal’in yeni kurulan devlette saltanat yerine Cumhuriyeti istemesi
Ulusal egemenliğin gerçekleştirilmek istenmesi
Lozan’a İstanbul hükümeti de çağrılınca M. Kemal Lozan Antlaşması öncesi saltanatla halifeliği ayıraraksaltanatı kaldırdı. Son padişah Vahdettin 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk ederek İngilizlere sığındı. TBMM halife olarak Osmanlı soyundan gelen Abdülmecit Efendi’yi seçti.
Sonuçları:
623 yıllık Osmanlı Devleti resmen sona erdi.
Son Osmanlı padişahı VI. Mehmet Vahdettin kaçarak İngilizlere sığındı.
İtilaf Devletlerinin ikilik çıkarma oyunları sona erdi.
Cumhuriyetin ilanı için zemin hazırladı.
Milli egemenliğin önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.
NOT: Saltanatın kaldırılmasıyla laikliğe geçişin ilk adımı gerçekleşti. Cumhuriyetin ilanı için zemin hazırlandı. Demokratikleşme yolunda önemli bir adım atıldı.
NOT: Halkın halifelik kurumuna hala bir bağlılığı olduğu için saltanat kaldırılırken halifeliğe dokunulmamıştır.
Zaferin Ve Bağımsızlığın Tescili Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)
Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra barış esaslarını görüşmek üzere Lozan Konferansı toplandı (20 Kasım 1922). Konferans, tarafsız bir ülke olan İsviçre’nin Lozan kentinde toplandı. Konferansa TBMM adına (Mudanya’daki başarısından dolayı) İsmet Paşa katıldı.
Konferansa İstanbul Hükümeti de çağrılınca M. Kemal ikiliği önlemek ve Lozan’a tek katılmak için Saltanatı Lozan Antlaşması öncesi kaldırdı.
İtilaf Devletleri özellikle İngiltere ve Fransa, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin yeniden gözden geçirilmesi olarak görüyor, Sevr’e benzer ayrıcalıklar elde etmek istiyorlardı.
TBMM bu görüşmelerde Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsız yeni bir devletin kurulduğu, buna bağlı olarak da Osmanlılardan kalan kötü mirası üstlenmediğini kanıtlamak, milli egemenliği sınırlayıcı koşulları ortadan kaldırmak istiyordu.
M. Kemal, bu görüşmelerde Ermeni Yurdu ve Kapitülasyonlar konusunda asla taviz vermemelerini istedi (ÖNEMLİ).
Konferansa Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya katıldı. Boğazlarla ilgili konular görüşülürken, Sovyet Rusya ve Bulgaristan da hazır bulundular. ABD ise gözlemci olarak katılmıştır. Konferans üç önemli konuyu çözecekti.
1. Türk - Yunan barışının esaslarını belirlemek.
2. Osmanlı Devleti’nin yerine, yeni Türk Devleti’ni ve onun haklarını tanımak.
3. Osmanlı Devletinin yabancılara vermiş olduğu kapitülâsyonları kaldırmak.
Konferans görüşmeleri çok çetin geçti.
- Borçlar meselesi,
- Karaağaç,
- Boğazlar,
- Kapitülâsyonlar,
- İstanbul'un İtilâf Devletlerince boşaltılması,
- Irak sınırımızın belirlenmesi (Musul), konularında Türk heyetinin bütün iyi niyet çabalarına rağmen anlaşmaya varılamadı. Konferans 4 Şubat 1923’te dağıldı.
Konferans tekrar toplandığında Lozan Antlaşması imzalandı (24 Temmuz 1923).
Lozan Barış Antlaşması’nın Koşulları
Sınırlar
Güney Sınırı (Suriye): 20 Ekim 1921 tarihli Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul edildi.
Güneydoğu Sınırı (Irak): Musul-Kerkük sorunundaki anlaşmazlıktan dolayı sınır belirlenmemiştir. Sınırın daha sonra (9 ay içinde) TBMM ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerde belirlenmesine karar verilmiştir. Türkiye ile İngiltere arasında çözümlenemezse Milletler Cemiyeti’nin vereceği karara bırakılacaktı.
Trakya Sınırı: Mudanya Antlaşması şartları kabul edildi. Meriç Nehri sınır oldu. Doğu Trakya Türkiye’ye, Batı Trakya Yunanistan’a bırakıldı.
Bulgaristan Sınırı: İstanbul Antlaşması (1913) ve Nöyyi Antlaşması’nda (1919) belirlenen sınırlar kabul edildi. Meriç Nehri sınır oldu.
Doğu Sınırı (İran): İran ile imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndaki (1639) sınır kabul edildi.
Kuzeydoğu Sınırı: Moskova Antlaşması ve Sovyet Rusya’nın egemenliğindeki Kafkas Cumhuriyetleri arasında imzalanan Kars Antlaşması kabul edildi.
Ege Adaları
Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada Türkiye’ye verilecek, bu adalar dışındaki Ege adaları silahsız olmak koşuluyla Yunanistan’a bırakılacaktı (Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya vb).
12 adalar İtalya’da kalmaya devam edecekti (II. Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Şubat 1947’de İtalya ile yapılan antlaşma sonucu silahsız olarak Yunanistan’a bırakıldı).
Kıbrıs, İngiltere’ye bırakıldı (İngiltere’ye ayrıca Mısır ve Sudan da bırakıldı).
Kapitülasyonlar
Tümüyle kaldırıldı (Misak-ı Milli’ye uygun olarak çözüldü). Ekonomik bağımsızlık sağlanmış oldu.
Borçlar
Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırılacaktır.
Borçlar Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletler ile Türkiye arasında paylaştırılacaktır (1854–1912 yılları arasındaki borçlar; Yunanistan, Bulgaristan ve İtalya, 1912–1914 yılları arasında yapılan borçlar Arap topraklarında hâkimiyet kuran devletler arasında paylaştırıldı).
Osmanlı borçlarının büyük bir bölümünü TBMM ödeyecekti.
Türkiye, kendi payına düşeni, belirli taksitlerle Fransız Frangı olarak ödeyecekti.
NOT: Türkiye Osmanlı’dan kalan tüm borçları 1954 tarihinde tamamen bitirmiştir.
Savaş Tazminatı
Yunanlılar savaş tazminatı olarak Türklere Karaağaç kasabasını vereceklerdi. İtilaf Devletleri’nin, Türlerden istedikleri savaş tazminatı kabul edilmeyecekti.
Azınlık Hakları
Bütün azınlıklar Türk uyruklu olarak kabul edildi. Azınlıklarla Türkler her alanda eşit sayılacaktır (Aynı eğitim ilkesi geçerlidir; Bulundukları ülkede serbestçe dolaşma hakkına sahip olacaklar; Manevi ve siyasi ayrım yapılmayacak; Yasalar önünde eşit olacaklar; Siyasi sistem içinde yer alacaklar; Kendi anadillerini konuşacaklar).
Nüfus Mübadelesi
Türkiye'deki Rumlar ile Yunanistan'daki Türkler değiştirilecekler. Fakat "Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları bu değişimden ayrı tutulacak." (tam olarak 1930 da çözümlendi).
Yabancı Okullar
Türkiye yabancı okullar konusunu bir iç sorun sayarak görüşmeyi reddetmiştir. Bu okullar Türk Devleti’nin koyacağı kanunlara göre faaliyet gösterecektir. Türkiye’deki yabancı okullar Türk Milli Eğitimi’nin esaslarını kabul edecekti. Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardır. Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir.
Boğazlar
Boğazlar, başkanının Türk olduğu uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilecek, iki yakası kıyıdan itibaren 15 km’lik bir kısmı ve İmralı Adası askerden arındırılacak.
Bu komisyon Milletler Cemiyeti’nin denetiminde olacak.
Barış zamanında ticaret gemileri ve uçaklar serbestçe geçebilecek, savaş zamanında ise Türkiye savaşta yer alırsa Boğazlarla ilgili istediği gibi davranma yetkisine sahip olacak.
NOT: Boğazlarla ilgili uluslar arası bir komisyonun varlığı milli bağımsızlığa aykırı bir durumdur. Bu durum 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değişmiştir.
Patrikhane Sorunu
Türk tarafının bütün çabalarına rağmen kaldırılamadı. Ortodoks Patrikhanesi’nin İstanbul’da kalmasına ama herhangi bir siyasi faaliyette bulunmamasına, yabancı kiliselerle ilişki kurmamasına karar verilmiştir. Patrik seçiminde Türkiye’nin hakkı yok ancak Yunanlıların hakkı vardı.
İstanbul’un Boşaltılması
İtilaf Devletleri antlaşmanın imzalanmasından 6 hafta içinde boşaltılacaktır.
Lozan’da Çözümlenemeyen (Yarım Kalan) Konular:
Fener Rum Patrikhanesi bütün çabalara rağmen yurt dışına çıkarılamadı.
Boğazlar konusunda tam hâkimiyet sağlanamadı.
Hatay ve Musul sorunları Misak-ı Milli’ye uygun çözülemedi.
Türkiye Ege Adaları ve 12 Ada’yı alamadı.
Önemi:
Yeni Türk Devleti’nin varlığı ve bağımsızlığı bütün dünya devletlerince resmen tanındı.
Türkiye’de yapılaması düşünülen inkılâplar için uygun ortam oluşturdu.
İtilaf Devletleri bu antlaşmayla Misak-ı Milli’yi tanımış oldu. Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleşti.
Sömürge altında yaşayan milletlere bağımsızlık yolunda örnek oldu.
İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin hukuken sona erdiğini resmen kabul etmiştir.
Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliğini sınırlayan engeller büyük ölçüde kaldırıldı.
Osmanlı Devleti’nden kalan sorunların birçoğu çözüme kavuşturuldu.
I. Dünya Savaşı’nı bitiren son antlaşmadır. Günümüzde halen geçerliğini korumaktadır.
Kapitülasyonlar kaldırıldı. Siyasî bağımsızlık yanında ekonomik bağımsızlık elde edildi.
II. TBMM’nin Açılması (11 Ağustos 1923–1 Ekim 1927)
Nedenleri:
Kurtuluş Savaşı yıllarında I. Meclis’in yıpranması (milli bağımsızlık ilkesini gerçekleştirmiş)
I. Meclis’te saltanat yanlılarının muhalefeti
Ulusal egemenliğin yerleşmesi ve devrimleri gerçekleştirecek devrimci kadrolara olan gereksinim
Seçimlere 1 Nisan 1923’te karar verilmiş ve 23 Nisan 1923’te gerçekleştirmiştir. 9 Ağustos 1923’te “Müdafaa-i Hukuk Grubu”, “Halk Partisi” adını almış, 11 Ağustos’ta da yeni yasama yılına başlanmıştır.
II. TBMM; hukuk, ekonomi, eğitim ve toplum alanında devrim hareketlerini gerçekleştirmiş, eski yasama döneminden kalan sorunlar bu dönemde çözüme kavuşturulmuştur.
NOT: Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanması, Cumhuriyet’in ilanı ve Ankara’nın başkent olması bu yasama döneminde olmuştur.
NOT: Bu yönleriyle II. TBMM İnkılâp Meclisi özelliğindedir.
Milli Sınırlardan Milli Ekonomiye:
Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Yapı
Osmanlı Devleti’nde ulusal bir ekonomi bulunmamaktadır. Nedenleri:
Türkler, genel olarak, askerlik, memurluk ve tarım ile uğraşırlar, ticaret ile uğraşmayı onurlu bir iş olarak görmezlerdi (Osmanlı’da ticaret azınlıkların elindeydi).
Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri gibi Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirememiştir.
Batılı devletler Kapitülasyon niteliğinde ticari antlaşmalar yapmıştır (Osmanlı ülkesi açık pazar durumuna gelmiş, ucuz yabancı mallar karşısında yerli küçük sanayi çökmüş).
İlk kez Kırım Savaşı’nda İngiltere’den alınan dış borçlar ödenememiş, Batılı devletler II. Abdülhamit döneminde Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi)’yi kurmuşlardır.
İlkel tarım yöntemleri kullanılmıştır.
İzmir (Türkiye) İktisat Kongresi (17 Şubat 1923)
Ülke ekonomisinin durumu Kurtuluş savaşında iyice bozulmuştu. Elde edilen askeri ve siyasi başarının bir benzeri ekonomik alanda da sağlanması şarttı.
Yeni Türk Devleti’nin ekonomiyi güçlendirmek, ekonomide izleyeceği yolu araştırmak, kalkınma hedeflerini belirlemek ve milli ekonominin kurulmasıyla ilgili esasları belirlemek amacıyla 17 Şubat 1923'de İzmir İktisat Kongresi toplandı. Bu kongreye çiftçi, tüccar, esnaf, sanayici ve işçi kesimlerinden toplam 1135 temsilci katıldı. Burada Misak-ı iktisadi (ekonomik ant) kabul edildi.
Kongrede alınan kararlar:
Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dallarının kurulmalı, yabancı tekellerden kaçınılmalıdır.
Sanayi özendirilmeli ve ulusal bankalar kurulmalıdır.
Küçük işletmelerden büyük işletme ve fabrikalara geçilmelidir.
Özel teşebbüse (çiftçilere) kredi sağlayan bir devlet bankası kurulmalıdır (devlet özel girişimciyi destekleyecek).
Devlet ekonomik görevleri üstlenmelidir (Devletçilik ilkesi benimsenmiştir)
Sanayinin her alanda geliştirilmelidir
Milli sanayi kurulmalı ve ihracat teşvik edilmelidir.
Yerli malı ve yerli sanayi teşvik edilmelidir.
Ekonominin gelişmesi için planlı ekonomi uygulanmalıdır.
İşçilerin durumu düzeltilmelidir.
Misak-ı İktisadi (Ekonomik And)
Büyük devletlere bağımlı olmadan kendi gücümüzle ve öz kaynaklarımızla kalkınma gerekliliğidir. Misak-ı İktisadi’nin kabul edilmesi sonucu; beş yıllık kalkınma planı (1934–1939) kabul edilmiş, sorunlar ele alınmış ve çözümler uygulanmaya başlanmıştır.
NOT: Özel sermaye birikiminin yetersizliği, yetişmiş iş gücünün azlığı gibi nedenlerle İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar amacına ulaşamamıştır.
Ankara’nın Başkent Olması (13 Ekim 1923)
M.Kemal Sivas kongresinden sonra (27 Aralık 1919) temsil heyeti ile Ankara’ya gelmişti. Savaşı buradan yönetti, meclisi burada açtı. Ankara başkent gibi bir konumdaydı. M.Kemal Ankara’nın resmi olarak başkent olmasını istedi. Ankara, askeri ve coğrafi özellikleri de göz önünde bulundurarak 13 Ekim 1923 tarihinde tek maddelik kanun teklifi ile “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.” İfadesi anayasamızda yerini aldı.
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Nedenleri:
Devletin adının olmaması (Yeni Türk Devleti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını taşıyordu).
Devlet başkanlığı makamının olmaması (Meclisin başkanı hükümetin de başkanı idi. Bu durumda devlet başkanlığı yokmuş gibi görünüyordu).
“Meclis Hükümeti”sisteminin işleyemez durumda olması.
Ulusal egemenliğin ancak cumhuriyet rejimi ile sağlanacağına inanılması.
Ülkede hükümet bunalımının yaşanması.
1923 Ekim ayının sonlarına doğru Fethi (Okyar) beyin başkanlığındaki hükümet istifa etti. Yeni hükümet kurma işi bunalıma dönüştü. Meclis Hükümeti sistemi seçimlerde sorun yaratıyordu. M. Kemal bu sorunu ortadan kaldırmak için Cumhuriyetin ilan edilmesini istiyordu.
Gelişmeleri yakından takip eden Mustafa Kemal yakın arkadaşlarını Çankaya köşküne davet etti. 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarının da görüşlerini aldıktan sonra "yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz" dedi. O gece Mustafa Kemal ile İsmet Paşa hazırladıkları kanun tasarısını ertesi günü meclise sundular. Aynı gün meclis, cumhuriyetin ilanını resmen kabul etti ve ilk cumhurbaşkanı da oy birliğiyle Mustafa Kemal seçildi.
Sonuçları:
Cumhuriyetin ilanıyla yeni Türk devletinin adı belli oldu (konuldu) ve rejim konusundaki tartışmalar da sona erdi (devletin adı; Türkiye Cumhuriyeti, rejimi; Cumhuriyet).
“Meclis hükümeti” yerine “kabine sistemine” geçildi, (buna göre cumhurbaşkanı, başbakanı atayacak, başbakan da bakanları seçerek cumhurbaşkanının onayına sunacak), başbakanlık makamı oluşturuldu, böylece devlet başkanlığı sorunu çözümlendi.
Devlet başkanlığı sorunu çözüldü. Çünkü devletin yegâne başkanı, cumhurbaşkanı Mustafa Kemal oldu.
Devrimlerin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlanmıştır.
Ulusal egemenlik düşüncesi başarılı olmuş, çağdaşlaşma yolunda önemli bir adım atılmıştır.
Cumhurbaşkanı seçimini meclisin yapacağı kesinleşmiştir.
NOT: Türkiye Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ilk başbakanı İsmet İnönü, ilk meclis başkanı da Fethi Okyar oldu.
NOT: Cumhuriyet’in ilanı ile 1921 Anayasası’nda esaslı değişiklikler yapılmış, Türkiye’nin hükümet şeklinin Cumhuriyet, dininin İslam, resmi dilinin Türkçe olduğu şeklindeki madde Anayasa’ya konulmuştur (1921 Anayasası laik değildir).
Çağdaş Devlete Doğru:
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Halifeliğin Kaldırılma Nedenleri
Saltanatın kaldırılması ve Vahdettin’in ülkeyi terk etmesinden sonra TBMM, Abdülmecit Efendi’yi halife seçti. Çünkü kamuoyu henüz halifeliğin kaldırılmasına hazır değildi. Ama Cumhuriyet’in ilanı ve devlet başkanının seçilmesi ile halifeliğin rolü kalmamıştı.
Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanından sonra eski rejim taraftarlarının ve devrimlere karşı olanların sığınabilecekleri tek güç olarak halifelik kalmıştı.
Bazı TBMM üyeleri, halifeyi milletin üstünde görmeye başlamışlar, “TBMM halifenin, halife de TBMM’nindir” şeklinde propagandalara girişmişlerdi.
Halifelik makamı, Milliyetçilik ve Ulusal Egemenlik anlayışına ters düşmekteydi.
Türkiye, çağdaşlaşma yolunda olduğuna ve laikliği amaçladığına göre halifeliğin böyle bir rejimde yeri yoktu.
Abdülmecit Efendi, zamanla padişah gibi davranmaya, hatta saltanat için propaganda yapmaya başlamıştı.
1 Kasım 1922'de saltanat ve halifelik birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı ve halifeliğin yetkileri dinî konularla sınırlandırıldı. Vahdettin'in ülkeyi terk etmesinden sonra, Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçildi. Kendisine sadece Müslümanların halifesi unvanını kullanması bildirildi. Halife olan Abdülmecit Efendi'nin, zamanla hükümetin talimatlarının dışına çıktığı görüldü. Kendisini devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum ise yeni rejim için bir huzursuzluk kaynağı oluyordu. Buna karşı derhal tedbir alınması gerekiyordu. Ayrıca Türkiye'de gerçekleştirilmesi düşünülen inkılâpların yapılabilmesi için halifeliğin kaldırılması zorunlu idi.
Bu sebeplerden dolayı 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırıldı. Aynı gün;
Tevhid-i Tedrisat Yasası (Eğitim-Öğretimin birleştirilmesi) çıkarıldı.
Şer’iye ve Evkaf Vekâleti (Şeriat İşleri ve Vakıflar başkanlığı) kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu.
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırıldı. Böylece Genel Kurmay Başkanlığı’nın hükümet ve siyaset dışına çıkması sağlandı.
Osmanlı hanedan üyelerinin ülke sınırları dışına çıkarılması kararlaştırıldı.
Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları
Laikliğe geçişin en önemli adımı gerçekleşti.
Yapılacak inkılâpların önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.
Türkiye’de ümmetçilik anlayışları sona erdi, ulusal egemenlik daha da güçlendi.
Eski rejim karşıtları önemli bir dayanaklarını kaybettiler.
Cumhuriyet rejiminin temelleri sağlamlaştırıldı.
Milliyetçiliğin temelleri güçlendirildi.
Bağımsız bir dış politika izlenmesine zemin hazırlandı.
Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu ve Medreselerin Kaldırılması (3 Mart 1924):
Osmanlılarda en önemli eğitim kurumları medreselerdi. Osmanlı devletinin yenileme ve çöküş dönemlerinde diğer kurumlar gibi medreseler de bozulmuştu. Tanzimat'tan itibaren batı tarzında eğitim veren modern okullar açılmıştı. Aynı zamanda devlet kontrolü dışında eğitim yapan azınlık ve yabancı ülkelerin okulları da bulunmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı’da eğitimde birlik yoktu, kültürel anlamda ikilik vardı.
Osmanlı Devleti’nde eğitim kurumları çağın gerisinde kalmıştı. Çağdaş ve modern bir Türkiye için eğitimin çağdaşlaşması ve laikleşmesi gerekiyordu. Bu amaçla eğitim alanında inkılâplar yapıldı.Bunun ilk öncülüğünü de Tevhit-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu aldı (3 Mat 1924).
Tevhid-i Tedrisat Kanunu İle;
Medreseler kapatıldı, laikliğin gerçekleştirilmesinde önemli bir adım atıldı (laik bir eğitim benimsendi).
Modern eğitim kurumları açıldı.
Milli Eğitim Bakanlığı kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Mili Eğitim Bakanlığı bütün eğitim ve öğretim işlerinin tek sorumlusu haline geldi.
İlköğretim kız ve erkek çocuklara zorunlu hale getirildi.
Azınlık ve yabancı okulların dini ve siyasi amaçlarla öğretim yapmaları önlendi.
Yabancı okulların ders programlarına Türkçe kültür derleri kondu ve bu derslerin Türk öğretmenler tarafından okutulması sağlandı.
Milli Eğitimin Esasları:
Öğretim birliğinin sağlanması
Eğitimde erkek ve kız çocuklarının eşitliğinin sağlanması (karma eğitim)
Öğretimin yaygınlaştırılması ve kolaylaştırılması
Eğitimde fikir ve hareketin birlikte yürütülmesi
Eğitim programlarının, sosyal hayatın ve çağımızın ihtiyaçlarını karşılayacak özellikte olması
Eğitim programlarının milli ve bilimsel olması
Eğitim ve öğretimde disiplinin sağlanması
İlköğretimin zorunlu ve parasız olması
Görev ve sorumluluklarını bilen yetenekli öğretmenlerin yetiştirilmesi
Maarif Teşkilatı Hakkında Kanunun Çıkarılması (2 Mart 1926)
Bu kanunla laik eğitim anlayışı benimsendi. İlk ve orta öğretim programları milli ve çağdaş esaslara göre yeniden düzenlendi. Eğitim çağdaşlaştırıldı.
NOT: Bu yasa günümüz eğitim sisteminin temellerini atmıştır.
Çok Partili Demokratik Hayat:
Demokrasilerin düzgün işleyebilmesi için birden fazla partiye gerek vardır. Siyasi partiler demokratik hayatın ve çoğulculuk sisteminin vazgeçilmez unsurlarıdır M. Kemal Türk milleti için en uygun yönetim şeklinin çok partili sisteme dayalı cumhuriyet ve demokrasi anlayışı olduğunu biliyordu. Çok partili demokratik rejimlerde halk, siyasi partiler aracılığıyla kendi düşüncelerini serbestçe ifade etme özgürlüğüne sahipti. Ayrıca muhalefet partileri iktidar partisini denetleme yetkisine de sahip oluyordu. . M. Kemal bu nedenle çoklu parti için çalışmaların başlanmasını istiyordu. M. Kemal çok partili hayata geçişe öncülük etmiş, ilk siyasi partiyi kurmuşlardır.
M. Kemal’in isteği ile çok partili rejim denemeleri için kurulacak partiler ülke rejimini tehdit edince çok partili rejim denemelerine bir süre ara verilecek. 1946’da Demokrat Parti kurulması ile çok partili hayat başlayacak. 1950’ya kadar Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarda kaldı.
a) Cumhuriyet Halk Fırkası (9 Eylül 1923)
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı döneminde “Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk” grubunu kurdu. Bağımsızlığın kazanılmasıyla görevini tamamlayan bu grup daha sonra Atatürk'ün emriyle Halk fırkası adını aldı. (9 Eylül 1923). Cumhuriyetin ilanından sonra ise ismi değiştirilerek Cumhuriyet Halk partisi oldu. Böylece cumhuriyet tarihinin ilk siyasi partisi kurulmuş oldu. Partinin başkanı M. Kemal oldu. Partinin programı, M. Kemal’in yapmayı planladığı yenilikleri kapsıyordu. 1950 yılına kadar sürekli iktidarda kalmıştır.
Özellikleri:
TC’nin il siyasi partisidir.
Halk Partisi adı ile kurulmuş, cumhuriyetin ilanından sonra “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.
I. Mecliste oluşturulan Müdafaa-i Hukuk grubunun partileşmiş durumudur.
Tüm ulusun partisidir.
Cumhuriyet devrimleri bu parti ile gerçekleştirilmiş ve yerleştirilmiştir.
Programın temeli 6 ilke çerçevesinde oluşmuştur.
Ekonomide Devletçilik ilkesini benimsemiştir.
NOT: M. Kemal, başlangıçta asker olup milletvekili olanlardan ya siyasete ya da orduya geri dönmelerini istemiştir. Böylece ordu siyasetten ayrılmıştır.
b) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924)
Cumhuriyetin ilanından sonra mecliste, yönetimdeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı bir muhalefet oluştu. CHP’nin meclis üzerinde baskı yaptığı iddia ediliyor, bu baskının kaldırılması isteniyordu.
Bu parti, kurtuluş savaşında Atatürk'le aynı saflarda bulunmuş olan bir grup sivil ve asker tarafından kuruldu. Bu kişiler Kazım Karabekir (partinin başkanı) Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Adnan Adıvar'dı.
Atatürk yeni kurulan partiyi olumlu karşıladı. Çünkü demokrasilerde çok parti olmalıydı. Aynı zamanda hükümetin denetlenmesi için de muhalefet partilerinin bulunması gerekliydi. Demokrasinin yerleşmesi için bu gerekliydi.
Özellikleri:
TC’nin ikinci siyasi, ilk muhalefet partisidir.
M. Kemal’e ve devrimlere karşıdır.
Eski düzen yanlılarınca desteklenmişlerdir.
Ekonomide liberalizmi (serbest ekonomi) savunmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet fırkası demokratik hayatı benimsemekle beraber dini inanışlara saygılıyız görüşüne de ağırlık veriyordu. Programında “Parti dini inançlara saygılıdır” görüşünün yer alması cumhuriyet karşıtlarının parti içinde toplanmasına neden oldu. Kısa zamanda amacından sapan parti, aynı zamanda inkılâpları benimsemeyen kişilerin sığınabileceği bir yer durumuna geldi. Doğuda çıkan Şeyh Sait ayaklanmasında, partinin bazı yöneticilerinin de rolü olduğu gerekçesiyle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı (5 Haziran 1925). Henüz çok partili hayata geçme zamanının gelmediği anlaşıldı.
Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat 1925)
Sebepleri:
Cumhuriyet yönetimini kendi çıkarlarına aykırı gören kişilerin “Din elden gidiyor!” parolasıyla bir kısım halkı kışkırtmaları
Şeyh Sait ve adamlarının saltanat ve hilafeti geri getirmek istemeleri
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin sert muhalefeti, laiklik karşıtı görüşleri
İngiltere’nin, o sıralarda görüşülen Musul meselesini kendi çıkarları doğrultusunda çözebilmek için bölge halkını kışkırtması ve ayaklanmaları desteklemesi
Doğu ve Güneydoğu’da ayrılıkçı akımların gelişmesi
Şeyh Sait adında bir kişi, etrafına topladığı cahil kişilerle hükümete karşı ayaklandı. İsyanın amacı; Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak ve Osmanlı devlet düzenini geri getirmekti. Ayaklanma, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır-Ergani ilçesinin Piran köyünde başlayarak kısa sürede Elazığ, Erzurum, Muş, Bitlis ve Diyarbakır’da etkili oldu, bölgeye yayıldı. İngilizler isyancılara silah ve cephane yardımında bulundu. Ali Fethi Okyar Hükümeti isyanın bastırılmasında başarılı olamayınca istifa etti. Yeni hükümeti kuran İsmet Paşa aldığı askeri ve siyasi önlemlerle isyanı bastırdı.
Alınan Önlemler:
Bölgeye ordu gönderilmiştir.
Bölgesel seferberlik ilan edildi (Doğu ve Güneydoğu’da).
Takrir-i Sükûn (Huzuru Sağlama) Yasası çıkarıldı (4 Mart 1925). Bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı.
İstiklal Mahkemeleri kuruldu, suçlular cezalandırıldı.
Sonuçları:
Ayaklanma bastırıldı, ancak Türk ordusu yıprandı.
Ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı (5 Haziran 1925).
Ayaklanma nedeniyle Musul sorunuyla yeterince ilgilenilememiş ve Irak İngiltere’ye verilmiş (1926-Ankara Ant.)
Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik ilk isyan bastırılmıştır.
Türkiye’de çok partili hayata geçiş için yapılan ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Şeyh Sait İsyanı, Türkiye’de çok partili hayata geçiş için ortamın uygun olmadığını ve henüz demokrasinin tam anlamıyla uygulanamadığını göstermiştir.
NOT: Şeyh Sait ayaklanması cumhuriyete ve inkılâplara karşı yapılmış ilk büyük isyandır.
c) Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930):
1929–1930 yılında, Dünyada büyük bir ekonomik kriz yaşandı. Ülkemiz de bundan etkilendi. Hükümetin ekonomik programı bazı milletvekilleri tarafından eleştirildi. Mustafa Kemal “yeni bir parti kurulursa hükümet daha iyi denetlenebilir” diyordu. Ekonomik bunalımlar karşısında yeni çözümlerin ortaya konmasını, iktidarın daha iyi denetlenmesini, halkın görüşlerinin tam yansımasını, demokrasinin daha sağlıklı işlemesini istiyordu. Bu amaçla yakın arkadaşı Fethi Okyar'a yeni bir parti kurmasını istedi. Böylece Türkiye'nin üçüncü partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası Fethi Okyar'ın başkanlığında kuruldu (12 Ağustos 1930).
Özellikleri:
TC’nin üçüncü siyasi, ikinci muhalefet partisidir.
Cumhuriyet ve laiklik ilkelerine, devrimlere bağlı ve saygılıdır.
Ekonomide Liberalizmi savunmuştur.
Demokrasinin gereği olarak kurulan bu parti kısa sürede laikliğe karşı olanların toplandığı bir parti haline geldi.
Fethi Bey, partinin devlet için tehlikeli olmaya başlaması üzerine partiyi kapatmak zorunda kaldı (17 Kasım 1930).
Menemen Olayı (23 Aralık 1930)
Sebepleri:
Cumhuriyete ve laikliğe karşı olanların din uğruna hareket ettiklerini açıklayarak “Din elden gidiyor!”sloganı ile ayaklanma çıkarması
Serbest Cumhuriyet Partisi’nin Ege Bölgesi’nde gericilerin denetimine girmesi
Laiklik karşıtı eylemlerin artması üzerine partinin kapatılması, bölgedeki Nakşibendî tarikatının partinin kapatılmasına tepki göstermesi
Derviş Mehmet adındaki kişi, etrafına topladığı cahil insanlarla “Şeriat isteriz!” sloganıyla 23 Aralık 1930’da İzmir-Menemen’de ayaklandılar. Ayaklanmayı bastırmak isteyen Öğretmen Asteğmen Kubilay, isyancılar tarafından şehit edildi.
Bunun üzerine Menemen’e askeri birlikler gönderilerek ayaklanma bastırıldı, isyancılar yargılanarak cezalandırıldı.
NOT: Cumhuriyete ve laik düzene karşı girişilen ikinci büyük gerici ayaklanmadır.
NOT: Türkiye’de laik devlet düzeninin henüz yeterince olgunlaşmadığı, çok partili hayata geçmek için henüz elverişli ortamın oluşmadığını ortaya koymuştur. M. Kemal, bu olaydan sonra çok partili siyasi yaşama ara vermiştir.
NOT: Ülkemizde çok partili siyasi hayata tam olarak 1946 yılında geçilmiştir.
NOT: 1946 yılına kadar devlet tek parti ile yönetilmek zorunda kaldı. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılıp Demokrat Parti’yi kurdular. 1946 yılında Cumhuriyet Halk Partisi seçimleri kazandı. 1948 yılında Millet Partisi kuruldu. 1950 yılındaki seçimleri Demokrat Parti kazandı.
Çağdaş uygarlığa Doğru Adımlar:
1. Kılık Kıyafet Kanunu (3 Aralık 1934) ve Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
Kılık kıyafet insanların hayat tarzlarını ve kültürlerini yansıtır. Osmanlı Devleti zamanında giyimde birlik yoktu. Osmanlı devletinde giyim kuşam her milletin kendi örfüne göre düzenlenirdi. II. Mahmut devlet adamları ve askerler arasında kıyafet birliği sağlamaya çalıştı.
M. Kemal, Türk insanının çağdaş bir görünüm kazanması ve giyimde birliğin sağlanması için çalışmalar yaptı. Atatürk Kastamonu'ya yaptığı gezide şapkayı tanıttı. 25 Kasım 1925'te de şapka kanunu çıkarıldı.
1934 yılında çıkarılan başka kanunla da din adamlarının, ibadet yerlerinin dışında dini kıyafetle gezmesi yasaklandı. Sadece en büyük din görevlileri kıyafeti ile dolaşabilecekti. (Diyanet İşleri Başkanı, Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı gibi)
Kadınlarla ilgili herhangi zorlama ve kanun çıkarılmadı, Türk kadını çarşaf ve peçeyi atıp zamanla modern kıyafeti benimsediler.
NOT: Kılık-kıyafet düzenlenmesi çalışmaları çağdaşlaşma ile ilgilidir.
2. Takvim saat ve ölçülerde değişiklik
Batılı ülkelerle olan ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek, resmi ilişkileri kolaylaştırmak ve ticari ilişkilerde birlik sağlamak amacıyla bazı düzenlemeler yapıldı.
Hicri ve Rumi takvim yerine Miladi Takvim kabul edildi (26 Aralık 1925). 1 Ocak 1926’dan itibaren uygulandı.
Alaturka saat yerine (güneşin batışına göre ayarlanan) uluslar arası alafranga saat sistemi kabul edildi; gün, gece yarısından başlatıldı ve yirmi dört tane saat dilimine ayrıldı.
Ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirildi. Okka, kile ve dirhem yerine kilogram ve litre, arşın ve endaze yerine metre kabul edildi (26 Mart 1931).
Hafta tatili Cuma gününden cumartesi öğleden sonra ve pazara alındı (1935).
Bu yeniliklerle iç piyasada alışveriş canlanırken, milletlerarası ticarette büyük kolaylık sağlandı. Ticaret ve ekonomi alanlarında işlemler kolaylaştırıldı.
3. Tekke ve Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
Tarikat; tanrıya ulaşmak için izlenen yolların her birine denir. Tekke; tarikat üyelerinin toplandığı eğitim yerleridir. Zaviye; tekkenin daha küçüğüdür.
Tekke ve zaviyeler Osmanlı devletinde tarikatların faaliyet yaptığı yerlerdi. Osmanlı devletinin son zamanlarında Tekke ve zaviyeler esas görevlerinden uzaklaştılar. Halkın din duygularının istismar edildiği yerler haline geldi. Ulusal egemenlik anlayışına karşı idiler. Din işlerinin yanında siyasi alanda da etkili bir duruma gelmişlerdi. Atatürk ilke ve inkılâplarına ters düşüyor, milli birlik ve bütünlüğe zarar veriyorlardı. Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde böyle kuruluşların yeri olamazdı.
30 Kasım 1925'te çıkarılan bir kanunla Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Şeyh, derviş, mürit, dede gibi unvanlar da yasaklandı.
NOT: Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması toplumun laikleşmesi yolunda atılan önemli bir adımdır.
HUKUK VE AİLE:
Hukuk vatandaşların devletle ve birbirileriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür.
1- 1921 Anayasasının Kabulü (Teşkilat-I Esasiye) 20 Ocak 1921
— Yeni Türk devletinin ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye 20 Ocak 1921 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Bu anayasa kısa ve öz olarak hazırlanmıştır. Çünkü bu dönemde Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. Bu anayasa daha çok TBMM’nin Anadolu’daki etkinliğini sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.
— 1921 Anayasası’nda “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.” Maddesi ile ilk defa millet devlet yönetiminde yasal olarak söz ve karar sahibi olmuştur. TBMM’nin üstünde bir güç olmadığını vurgulamıştır.
—1921 Anayasası’na göre Güçler Birliği ilkesi kabul edilmiştir. Buna göre kanun yapma, yürütme yetkisi ve yargı milletin tek temsilcisi olan TBMM’ye verilmiştir. Bu madde Kurtuluş Savaşı yıllarında daha çabuk karar alabilmek için uygulanmıştır.
—1921 Anayasasında devletin şekliyle ilgili bir hüküm yoktur. Millî egemenlik anlayışının doğal sonucu olan cumhuriyet adının konması sonraya bırakılmıştır.
— Seçimlerin 4 yılda bir yapılması hükme bağlanmıştır.
— 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilân edilince 1921 Anayasası’na “Türkiye devleti bir Cumhuriyettir” maddesi eklenmiştir.
2- 1924 Anayasası
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra hazırlanmıştır. 1924 Anayasası’nda ulusal hâkimiyet, TBMM’nin üstünlüğü, tek meclis ve “Güçler birliği ilkesi”, Cumhurbaşkanı’nın ve milletvekillerinin TBMM’den ve 4 yıl için seçilebileceği, üst üste aynı kişinin Cumhurbaşkanı seçilebileceği, yargı hakkının bağımsız mahkemelerde olduğu, Cumhuriyet rejiminin değişmezliği ve Danıştay’ın kurulması, seçme ve seçilme hakkının yalnız erkeklere tanınması gibi maddeler vardı. “devletin dini İslam, dili Türkçe ve başkenti Ankara’dır” maddesi yer almıştır. Devletin dininin belirtilmesi bu anayasanın laik olmadığını gösterir.
1924 Anayasası’nda da 1960 yılına kadar düzenlemeler olmuştur.
1924 Anayasası’nda Yapılan Değişiklikler
1928 yılında “devletin dini İslam’dır” maddesi çıkarıldı.
5 Aralık 1934 yılında kadınlara seçme-seçilme hakkı tanındı.
5 Şubat 1937 yılında CHP’nin “altı oku” Anayasaya alındı.
Çiftçilerin topraklandırılması ve ormanların devletleştirilmesine ilişkin hükümler yer aldı.
NOT: 1924 Anayasası’nda yargı biçimsel olarak bağımsız hale getirilmiş, bu nedenle güçler birliği devam etmiş. Güçler ayrılığı sistemi gerçek anlamda 1961 Anayasası ile kabul edilmiştir.
3- Türk Medeni Kanununun Kabulü (17 Şubat 1926)
Kişilerin hakları, borçları, aile kurması, bunun işleyişi, evlenme, boşanma, miras ve kişilerin birbiri ile ilgili işlemleri medeni hukuk kapsamındadır.
Osmanlı Devleti’nde hukuk kuraları din kurallarına ve örfe dayanıyordu. Hukukta birlik yoktu. Avrupa devletlerinde modern hukuk kuralları uygulanırken Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde dini ve örfi kurallara dayalı “MECELLE” adı verilen kanun hazırlanmıştı. (Ahmet Cevdet Paşa tarafından) Mecelle toplumun ihtiyaçlarına cevap veremediği için 17 Şubat 1926 İsviçre Medeni Kanunundan alınarak bir medeni kanun hazırlandı. 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi.
İsviçre Medeni Kanunu’nun Alınma Nedenleri
Avrupa’da kabul edilen en son medeni kanun olması
En zor sorunlar karşısında bile akılcı ve pratik çözümler getirmesi
Türk toplumunun örf ve hukukuna uygun olması
Kanunda yer alan ifade ve kavramların açık olması
Yeni bir medeni kanunun hazırlanmasının uzun sürmesi
Medeni Kanun’un Getirdiği Yenilikler
Aile hukukunda kadın-erkek eşitliği sağlandı.
Resmi nikâh ve tek kadınla evlilik esası kabul edildi.
Boşanma hakkı kadına da verildi.
Tek kadınla evlilik kararlaştırılmış, modern Türk ailesi kurulmuş.
Mirasta kadın erkek eşitliği sağlandı.
Mahkemelerdeki şahitlikte kadın erkek eşitliği getirildi.
Kadınlara istediği mesleğe girebilme hakkı tanındı.
Boşanma durumunda çocukların hakları güvence altına alındı.
Patrikhanenin din işleri dışında başka işlerle uğraşması yasaklanmıştır.
Patrikhane ve konsoloslukların mahkeme kurmaları yasaklanmıştır.
NOT: Medeni Kanun ile kanunlar TC’nin bütün vatandaşlarına uygulanmış, hukukta birlik sağlanmış, vatandaşlar arasında din ve mezhep farkı gözetilmemiştir.
NOT: Türk Medeni Kanunu, kadınlara siyasi haklar vermemiştir.
Türk Kadınlarına Siyasal Hakların Verilmesi
3 Nisan 1930 yılında belediye seçimlerine,
26 Ekim 1933 yılında muhtarlık seçimlerine,
5 Aralık 1934’te milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
NOT: Türk kadınları, birçok Avrupa ülkesindeki kadınlardan daha önce siyasi haklar elde etmişlerdir.
Hukuk alanında diğer yenilikler:
Türk Ceza Kanunu: İtalya’dan alınıp hazırlanmıştır.
Borçlar Kanunu: İsviçre’den alındı.
Türk Ticaret Kanunu: Almanya’dan alındı.